Gaye Keskin
Esra Kahya’nın Ahmet Hamdi Tanpınar ödüllü romanı Kambur’dan sonra, ilk öykü kitabı Benim Rüyalarım Hep Çıkar, İletişim Yayınları etiketiyle geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluştu.
Esra Kahya’nın kendine özgü edebiyat dilinin etkileyici kurgularla buluştuğu on iki öyküden oluşan Benim Rüyalarım Hep Çıkar, mitolojik, felsefik, gerçekten daha gerçek hikâyeleri konu eden ve okuru aldığı yerden uçurumların kenarına bırakan yetkinlik ve nitelikte.
BİR ANI NASIL DOĞAR?
Benim Rüyalarım Hep Çıkar’ın ilk öyküsü Mercan’ın Saçları’nda yazar bizi, “İçimde üç kocakarı oturuyor. Az evvel telefon çaldığında kimse yoktu oysa” cümleleriyle içeriye, telefon çalmadan hemen öncesine çağırıyor. Mercan’ın telefonda duyduklarına sağır kaldığımız birkaç paragraftan sonra, geçmişteki bir âna, Mercan’ın kırılma noktalarından birine bizi şu cümlelerle taşıyor: “Ayaklarım taşlığa indi. Kendiliğinden. Hepimiz oradaydık.”
Esra Kahya’nın iç konuşma tekniğini, geriye dönüşle birleştirdiği bu bölüm ileride olacaklara ve diğer öykülerde karşılaşacaklarımıza referans veriyor. Öyle ki Kahya, geçmişe açılan katmanları her defasında anın içine harmanlayarak, zihnimizi Georges Perec’in, ‘Bir anı nasıl doğar?’ anekdotuna götürüyor ve hatırladığımız o anıların kara sularının nasıl da ayaklarımızın dibine serilip bugünümüzü seline kattığını hepimize gösteriyor.
ZAMAN ŞİMDİYMİŞ
Esra Kahya’nın kitaptaki karakterleri, aynada gördüğümüz insanların izdüşümü. Mercan, Fırat, Figen, Hasret, Saniye ve diğerleri… Olduğumuz, olacağımız veyahut olduğumuzun farkına varmadığımız. Acılarını kimi zaman başka acılarla kimi zaman grotesk taraflarıyla örten bu karakterlerin, çoğu zaman geçmişte kalan bazen de bugünlerinden geleceklerine miras olacak karanlıklarını gösteriyor yazar bize. Üstelik bunu, kalemini sakınmadan, kanırta kanırta yapıyor.
Kitabın başında yazdığı, “Zaman Şimdiymiş,” cümlesiyle kendi şimdisinin içine karakterlerinin bugününü ve şimdinin içine ne kadar çok geçmişin sığabildiğini gösteriyor Kahya. “Şimdi” ve “benlik” kavramlarını büyük kalabalıklarla karşımıza çıkarıyor. Karakterler kimi zaman yenilginin ağırlığıyla olduğu yerden kımıldayamayacak bir kayaya kimi zaman öfkesinin intikamıyla taşacak nehirlere kimi zaman da ölü annelerin memelerine dayanan ağızlara dönüşüyor. Kahya’nın insanları, yazarın cümleleri gibi gelip içimize oturuyor.
SUSMAK ZAMANI
Susmak Zamanı, kitabın -öznel bir bakış açısıyla- en başarılı öykülerinden biri. Esra Kahya, Susmak Zamanı’nda; Fırat ve köpeği Rambo arasındaki koşulsuz sevgiyi, bu sevgiyi koşullara indirgeyen diğer insanların aymazlığını, karakter ve görünüş arasındaki uçurumun yol açacağı yıkımı ve hezeyanın karanlık sonuçlarını tüm çıplaklığıyla göstererek öykünün ana karakteri Fırat’ın başını alıp bizim göğsümüze yaslayan şu cümleye yer veriyor: “Bir dünya nefesin içinde tutup da çocuğun kara başını bağrına basan yok.” Fırat’la birlikte ağlıyor, feryat ediyor ve susuyoruz. Çünkü şimdi susmak zamanı.
Fırat’ın içimize işleyen sessizliğiyle kitabın sonraki öyküsü Gerçeğe Rüya Karıştı’ya gidiyoruz. Ana karakter Figen ve yatalak annesinin hayatına, ev ve evin dışı arasındaki tül perdeden bakıyor; geçmişin, bugünün farkında olmayanlar için aslında geçmemiş olduğunu yeniden hatırlıyoruz. Yazarın öykünün bel kemiğine bıraktığı şu cümlelerle yerimizde doğruluyor ve kokuyu içimize çekiyoruz: “Arada açarım. Anıları havalandırır, gezdiririm. Geçmişin kokusu, naftaline baskın çıkar. Annemin genzinden rüyalarına kadar ince bir yol olur.”
Figen’i tencerede kaynayan ve yazarın tabiriyle kaynadıkça kanayan kızılcık şerbetiyle baş başa bırakıp birkaç öykü ileride Ben Bir Yalan Uydurdum’da buluyoruz kendimizi. Yazarın satırlar arasına bıraktığı küçük işaretleri takip ederek mutlak sona giden yolda yürüyor ve yazarın başarılı alegorisini içeren şu cümlelerle soluğumuzu tutuyoruz: “Fotoğraf işte orada. Buldum diye sevinecekken elindeki boşluğa baktı kaldı. Damatsız bir gelin. Damat yırtılmış, oyulmuş, karanlık bir kuyu bırakmış ardında. Hasret, “Baba,” diyecek oldu. Damat baba yok. Fotoğrafın yanında küller. Rüzgâr estikçe odaya doğru savrulan incecik küller. Hasret’in üstü başı hep kül.”
ŞİMDİ KONUŞMAK ZAMANI
Kitabın adına ev sahipliği yapan Yetiş Umay Ana ve etkileyici içeriği olan bir diğer öykü Yeniçerinin Hezeyanı, zamanın başka bir sığınağından veyahut başka bir zamanın insanlarından bize seslendikleri için kitabın genel havasının dışında ama yine Georges Perec’in şu sözünü hatırlatır nitelikte: “Parçalar bütünü belirlemez, bütün parçaları belirler.”
Benim Rüyalarım Hep Çıkar, Esra Kahya’nın “Gerçek insanları yazıyorum ancak onların gerçek insanlar olduklarını yazarken fark etmiyorum,” dediği, “Transtayım, karakterlerin içindeyim,” diye devam ettiği bir bütünün eseri. Karakterlerin ve onların hikâyelerinin tümü; Esra Kahya’dan dökülen, akan, saçılan parçalar.
Karmaşık rüyaları, bez bebekleri, eksilen saçları, öldürülen babaları, uzlaşılamayan anneleri, muskaları, adakları, yüzyıllık masaları, şişeleri, üç boynuzlu kahramanları ağırlayan, önce Esra Kahya’nın zihninde sonra da kaleminde bütünü tamamlayan ve çoğunlukla metaforik anlatımla bizi yakalayan bu hikâyeler; yazarın kitaptaki bir cümlesiyle koltuklarımızda huzursuzca kıpırdanmamızı da sağlıyor. Çünkü Esra Kahya, kitaptaki şu cümlede olduğu gibi “bizi emanet bir uykuya daldırarak” şöyle fısıldıyor: Benim Rüyalarım Hep Çıkar, peki ya sizinki?